Son yıllarda eğitim alanında ismini sıkça duyduğumuz Akademi İstanbul'dan Serdar Şadoğlu ile Arapça eğitimleri, yayınları ve Akademi dünyasına dair bir röportaj yaptık. Arapça öğrenimine dair yayınlamayı düşündüğümüz yazı-röportaj serisinin ilki olan bu röportaj hem Akademi'yi tanımamıza vesile oldu, hem de Arapça eğitimi konusunda ufkumuzu genişletti. Röportajı iki parça halinde beğeninize sunuyoruz.
Dünyabizim.com'dan Mehmet Erken ve Arzu Hilal Aslanoğlu konuştu:
Yurtdışı danışmanlık hizmetleri, Arapça dil eğitimi, Akdem Yayınevi ve faaliyetleri ile Akademi İstanbul son yıllarda dikkat çeken bir kurum haline geldi. 2009 yılında kurulmuş olmanıza rağmen hızlı bir şekilde kendinizi kabul ettirdiniz ve bugün Arapça denince ilk akla gelen kurumlardan birisiniz. Akademi’nin nasıl kurulduğunu ve nasıl bir yapı olduğunu biraz anlatabilir misiniz?
Akademi bundan 8 yıl önce kuruldu. İlk kuruluş amacı üniversitelerde eğitim görmekten mahrum kalmış, başörtüsü yasağı sorunu yüzünden mağdur olmuş öğrencilere ilahiyat fakültesi eğitimi vermekti. İlahiyat fakültelerinde eğitim alamayan ve başörtüsü probleminden dolayı resmi kurumlarda eğitim göremeyen öğrencilere bir alternatif olması düşüncesiyle kurum açıldı ve ilk kayıtlar tabi ki ilahiyat fakültesi eğitimi ile başladı. Bu durum iki yıl kadar devam etti.
Sonrasında Türkiye'deki vizyonun Doğuya da yakınlaşmayı gerektirdiğinin ortaya konması ile Arapça eğitimlerine daha çok ağırlık verilmeye başlandı. Yine üniversite bünyesi kapsamında Arap Dili bölümü açıldı. Arap Dili bölümü hedeflenen eğitimde iki bölüm olarak düşünülmüştü; mütercim tercümanlık bölümü ile basın dili bölümü. Buna 6 yıl önce başlandı. Burada Arap hocalardan ve uzun yıllar Arap ülkelerinde kalmış hocalardan kurulmuş bir kadro ile Türkiye'de muadili bulunmayan bir eğitim modeli geliştirilmeye çalışıldı. Mütercim tercümanlık o yıllarda açılmıştı ve örneği bulunmamaktaydı. Ve bunlar belli bir alt yapı, belli bir tecrübe sahibi kadrolarla olgunlaştırılmaya çalışıldı. Tabi ki biz hazırlık aşamasından itibaren üniversite eğitimlerine kadarki süreçte bu eğitimlerin üzerine bir şeyler katmaya çalıştık. Bazı şeyleri deneyerek bazı şeyleri İngilizce modellerine bakarak, oradan esinlenerek geliştirmeye çalıştık ve belki de Akademi'ye özgü bazı yeniliklerle bu eğitimi olgunlaştırdık. Ve bu geliştirme süreci, eğitimin başladığı yıllardan itibaren mezun verdiğimiz yıla kadar devam etti. Mezun vermeye başladıktan sonra da program içeriğindeki aksaklıkları, değiştirilmesi gereken yapıları daha iyi görmeye başladık ve sonraki yıllarda da bu eğitimi geliştirmeyi sürdürdük.
Şimdi üniversite eğitiminden bahsettim, Akademi, temelde üniversite eğitimi üzerine kuruldu. Sonrasında üniversitede aldığımız başarıyı daha geniş bir kitleye yayabilmek için kurs programlarıma başladık. Bundan iki ya da üç yıl önce kurs eğitimlerine de ağırlık vermeye başladık. Üniversite eğitimlerimiz malum sadece hanımlara yönelik eğitimler ve hafta içi yaptığımız eğitimler. Haftanın üç gününü belli sınıflara tahsis ediyoruz, diğer üç gününü diğer sınıflara tahsis ederek bu eğitimleri şimdiye kadar sürdürdük ve devam da ediyoruz. Ancak erkek öğrencilerden Arapça öğrenmeye yönelik talepler arttıkça, alternatif olması açısından ve buradaki tecrübeyi de yansıtması açısından Arapça kurslarına yöneldik. Arapça kurslarında da tabi ki ilk yıllar yine çok sağlıklı modeller olmadığı için bazı şeyler deneyerek ve denenerek olgunlaştırıldı.
Günümüzdeki yapıya baktığımızda aslında bir üniversitenin geleneğini ve Arapça eğitimini en başlangıç aşamasından itibaren ileri aşamalara, ihtisas seviyesine kadar götürdüğümüz bir eğitim modeli olduğu için kurs yapılarında çok fazla zorlanmadık. Orada olgunlaştırma süreci biraz daha hızlı ilerledi. Sadece öğrenci edinme, öğrencileri kuruma çekme, hızlı bir şekilde sınıf açma meselesi biraz zaman alan meseleler. Kurslarımız da yaklaşık, altı aylık kısa bir süre içerisinde yeterli doluluğa erdi. Halihazırda kurslarımızda hem sabah periyodları hem öğleden sonra hem de akşam periyodları bulunmakta. Bazı özel kurumlara da hafta içi kurslar bulunmakta. Burada Akademi'nin referans aldığı en temel şeylerden biri sürekli çevremizdeki eğitim camiasındaki gelişmelerden, sadece Türkiye değil Türkiye dışında olan biten olaylar olsun, eğitim modellemeleri olsun, öğretim teknikleri olsun bunları yakından takip ederek Türkiye şartlarına, Akademi şartlarına uyguluyor olmamız. Bu dinamizmi korumayı öteden beri kendimize ilke edindik. Bu dinamizmi koruduğumuz sürece de kendimizi geliştireceğimize inanıyoruz.
Akademi sadece basit bir dil kursu değil, Türk insanının Arapça ve Arap dünyası ile ilişkilerini değiştirmeye niyetlenmiş bir kurum aynı zamanda. Arap-Türk öğrencilerin kaynaşması için yapılan faaliyetler, Arapça yarışmaları ve diğer projeleriniz bende böyle bir intiba uyandırıyor. Bu misyonu biraz izah edebilir misiniz?
Belki Akademi'nin başlangıç amaçlarından bir tanesi Arapça değildi ama süreç içerisinde Arapça ile tanınır hale geldi. Şu an tematik olarak ya da spesifik alanla ilgilenen bir kurum haline geldi ve şu anda belki Arapça denince ilk akla gelen özel kurum Akademi İstanbul. Şimdi Arapça ile bu kadar özdeşleşince ve mevcut siyasi gelişmelerden ötürü Arapların da Türkiye'ye gelmesiyle bir nevi Araplarla iletişim de sağlanmaya başlandı. Yani biz bunun belki ilk emarelerini bazı Arap öğrencilerin bizdeki ilahiyat programları olsun ya da Arapça bölümleri, programları olsun, bunlara kayıt yapmaları ile bunları görmeye başladık.
Süreç içerisinde kurumdaki gelişmelerin tamamını gözlemlediğimizde aslında bu duyarlılığı görmekteyiz. Arapça programı bile planlanırken belki mevcut planlar üzerinden gidilebilirdi. Arapça öğretim ya da Arapça öğretmenliği bölümleri var Türkiye'de, Arap dili ve edebiyatı bölümleri var. Burada, daha çok piyasada ihtiyaç duyulan, sosyal hayatta da belki etkisini ve faydasını göreceğimiz bölümler düşünüldü. Mütercim tercümanlık bölümünden kastımız biraz da buydu. Türklerle Araplar arasındaki diyalogun sağlıklı bir zeminde sürmesini sağlayacak insanların yetişmesi bu manada önemli. Basın dili bölümündeki hedefimiz de biraz daha Arap dünyasında kendini Arapça ifade edebilecek bireylerin olması. Yani sadece uzman Türklerle uzman Araplar arasında dil çevirmenliği yapacak bireylerin ötesinde belki belli alanlarda da uzmanlaşarak kendini Arapça ifade edebilecek bireylere de ihtiyaç var. Yani bu faydacı yaklaşım bizim normalde üniversite eğitimimizin rengini ve çizgisini belirlemişti.
Şimdi bunu sağlayan ve bunu dikkate alan bir yapının mutlaka Arapların ülkemize gelmesi ile oluşan yeni atmosfere de adapte olması gerekirdi. Dolayısıyla biz Arapça kurslarını aktif olarak başlattık. AKDEM'in Başakşehir şubesi özellikle bu anlamda belki de ilk atağı yaptı. Başakşehir'deki mevcut Arap potansiyelini ciddi manada değerlendirmeye çalıştı. Bu bir ihtiyaçtır neticede. Gelen insanların da Türk insanı ile kaynaşması bir zorunluluk onlar açısından, yani uygun şartlarda eğitim almaları da verilebilecek en önemli hizmetlerin başında geliyor. İlk önce Başakşehir'de yoğunlaştı, daha sonra Fatih'de de devam etti. Bu esnada Fatih şubemizde de Türkçe derslerini yoğunlaştırdık. Şu an 350’ye yakın Türkçe eğitim gören Arap öğrencimiz var.
Biz burada olaya sadece dil olarak yaklaşmıyoruz. Bu bağlamda Arapça öğrenmek isteyen Türk öğrenciler ile Türkçe öğrenmek isteyen Arap öğrenciler arasında da bazı etkinlikler, bazı programlar düzenlemeye başladık. Böylece aslında öteden beri savunduğumuz dilin öğrenilmesindeki en önemli faktörlerden biri olan doğal ortamlarda öğrenilmesi gerektiği ve insanın gerçekten bireysel ihtiyaçlarını da ifade edebileceği bir dil modelini uygulamış oluyoruz. Malum aslında siz gerçek şahısları birbiriyle buluşturursanız çok daha sağlıklı bir şekilde bu doğal ortam sağlanabilir. Yani sınıf ortamlarında biz daha suni ortamlar üretmeye çalışıyoruz. Bu suni ortamlarda kişilere nasıl davranacakları, nasıl davranmaları gerektiği konularında bir davranış bilinci kazandırmaya çalışıyoruz ama bunlar suni kaldığı için, burada öğrencilerin tam olarak belki ihtiyaçlarına hitap etmediğinden dolayı biraz sınırlı kalıyor. Bunu mutlaka sizin farklı etkinliklerle daha doğal ortamlara taşımanız gerekir. Tabi ki kurum bünyesinde hem Arapların hem Türklerin bulunması değerlendirilmesi gereken fırsatlardan bir tanesi. Biz de bu fırsatı elimizden geldiğince değerlendirmeye çalışıyoruz.
Yayıneviniz de seri bir şekilde Arapça eğitimi merkezde olmak üzere ilmi eserler yayınlıyor. Yayın programınızı nasıl şekillendiriyorsunuz, bundan sonra ne gibi eserler basmak niyetindesiniz?
Arapça eğitiminde yayınlardan bahsederken iki yapıdan belki söz etmek gerekir. Bir; dil eğitiminin ana gövdesini oluşturacak temel kitap. Bu kitaplar daha çok seri şeklinde dilin seviyelerine göre uyarlanmış kitaplardan oluşuyor. Yayın ekibi olarak bizim buradaki hedeflerimiz arasında Türkiye'de mevcut, Arap ülkelerinde ve Arap ülkelerinin dışındaki eğitim kitaplarını kazandırma. Ama gerçekten başarılı olabileceğini düşündüğümüz model olabilecek kitapları Türkiyeye kazandırmak bizim ilkelerimiz arasında.
Bu tür kitapları açıkçası telif etme çok ciddi zahmet gerektiren ve uzmanlık gerektiren alanlar. Hazırlanması yılları alabilecek çalışmalar. Tabi ki biz Arapça eğitimlerine hemen başladığımız için, böyle bir süre kaybı açıkçası çok göze alınabilecek bir şey değildi, göze alamadık bu süre kaybını. Dolayısıyla kitap telifinden ziyade mevcut yayınları tarayarak en ideal yayınları Türkiye'ye kazandırmak ilk hedefimiz oldu. Burada Türkiye'ye kazandırdığımız önemli kitaplardan biri Teallem El-Arabiyye kitabı. Tabi kurumda biz ana kitap olarak birden fazla kitap okuttuk. El arabiyya lil haya, el arabiyye beyne yedeyk, el arabiyye lin naşiin. Teallem el-Arabiyye kitapları da el arabiyye linnaşiin kitaplarını hazırlayan ekibin 30 yıl sonra telif ettikleri bir kitap. Bunu temelde daha çok alt yaş grupları için öneriyoruz.
Şimdi Akademi'nin ilişkide olduğu özel eğitim kurumları var, resmi eğitim kurumları var, buralara biz kitap tavsiyelerinde bulunuyoruz. Kitapların nasıl okutulması gerektiğiyle ilgili eğitim ya da seminerler veriyoruz. Dolayısıyla orta okul düzeyindeki eğitimin karşılanması için böyle bir kitabı öneriyoruz. Şu an Türkiye distribütörüyüz bu kitabın. Yine dağıtımcılığını yaptığımz silsilet el lisan,merkez lisan ulu umm kurumundan silsiletil lisan ismiyle neşredilmiş, Arap Emirliği menşeli bir kitap daha var. Bunun da biz dağıtımcılığını üstleniyoruz. Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi bu kitabı basıyor ama Türkiye'nin dört bir yanına Akademi bunu ulaştırıyor. Ana kitap ekseninde bu iki kitabı söyleyebilirim.
Açıkçası Türkiye'ye kazandırılmış olan bu iki kitap yeterli mi? Yeterli değil. Tabi ki yine aynı kalitede ya da üst düzey kalitede kitaplar bulmamız halinde bunları Türkiye'ye kazandırmayı hedefliyoruz. Uzun vadede de inşallah, belki kendimiz bir kitap yazacağız. Buna da ihtiyaç var. Yani bu kitaplar her ne kadar uzmanlar tarafından telif edilmiş olsa da eğitimde değişkenler vardır, bu değişkenleri dikkate alırsanız daha başarılı olursunuz. Bu değişkenlerin biri de öğrencidir, yine bulunduğunuz ortamdır. Ve öğretmenlerdir. Bu üç değişkeni göz önüne aldığnız takdirde başarılı olabilirsiniz. Şimdi Türkiye'deki öğrenci profili, Türkiye dışındaki öğrenci profillerinden farklıdır. İhtiyaçları, gereksinimleri farklıdır. Ve Türkiye'de Arapça'nın mesela ön hazırlık aşamaları diğer ülkelere göre farkldır. Dolayısıyla kitapları biz her ne kadar önersek de aslında kendi içerisindeki bazı Türkiye şartlarına çok uygun olmayan yönlerini hocalara şifahen aktarıyoruz ve bu noktalara ya da belli noktalara dikkat etmelerini söylüyoruz tabi ki.
Bu bağlamın dışında daha çok şu aşamada yayın ekibi olarak üzerinde durmaya çalıştığımz alan yardımcı kitaplar. Yardımcı kitaplar yapı itibariyle biraz daha kolay üretilebilen, daha kısa zamanlarda üretilebilen kitaplar. Açıkçası Arapça eğitiminde yardımcı alandaki kitaplara baktığımızda hem nitelik hem nicelik olarak sayının oldukça yetersiz olduğunu ve kalitenin oldukça düşük olduğunu görüyoruz. Burada çok ciddi çalışmalara ihtiyaç duyulduğunu görüyoruz. Bizim buradaki hedefimiz, mümkün mertebe dil öğretimindeki gereksinimleri en hızlı şekilde sağlayacak ve dil eğitiminde normalde kendi eğitimimize ve dış kurumlardaki eğitimlere de hizmet sağlayacak kitaplara yönelmek. Burada öncelikli baz aldığımız hedef kitle tabi ki imam hatip okulları. İmam hatip okulları ile Akademi'nin çok yakın ilişkisi bulunmakta. İmam hatip okulları takdir edilir ki Türkiye bünyesinde Arapça'nın en geniş ortamda okutulduğu okullar. İmam hatip bünyesinde 1 milyona yakın öğrenciden bahsediyoruz ve bunlar ciddi manada dile vakit ayırıyorlar. Bu öğrencilerin tabi ki yardımcı kaynaklara ihtiyacı oluyor. Mesela yardımcı kaynaklardan temelde bahsedecek olursak, mutlaka belli bir seviyeye gelmiş yani dilde yaklaşık 100 saat kadar eğitim almış bir öğrencinin hoca denetimi olmaksızın bireysel olarak kitap okuması gerekir. Bunu daha çok hikaye kitapları tarzında düşünürsek daha sağlıklı olur.
Şimdi dilde hedef sadece almak değildir, aldığınızı sağlıklı bir şekilde kullanabilmenizdir. Bunu yapabilmenizin yolu da sizin de ilginizi çekecek, merak uyandıracak hikaye türünden kitapların bulunması. Buna dair Akademi'nin şu an hazırlamış olduğu iki tane serisi vardır. Birinci kurlara hitap eden, ikinci kurlara hitap eden hikayeler serisi vardır, üçüncü kurlar için kitaplarımız çıkacak inşallah. Devamında düşündüğümüz daha üst kurlar için bir hikaye serimiz daha var. Bunlar yardımcı materyal olarak önemsediğimiz eserler arasında. Bunun dışında kelime kartları, atasözleri ya da fiillerden cümle oluşturma, 1001 Fiil 1001 Sıfat kitabımız aynı şekilde piyasaya çıkacak.
Eğitim kadronuzdan ve eğitim metodunuzdan bahsedebilir misiniz? Kendi hazırladığınız kitaplar ile kendi hazırladığınız müfredatı uyguluyorsunuz. Arapça öğretiminde ne eksikti de siz nasıl bir boşluğu doldurdunuz?
Eğitim kadrosu oluşturuyorsanız iki tane alternatifiniz vardır; ya ana dili Arapça olan hocalarla yola devam edersiniz ya da belki ana dili Türkçe olan, Arapçaya da hakim hocalarla. Aslında Türkiye'deki mevcut yapıya baktığınızda her iki kesimden de kaliteli hocalar bulmak mümkün. İşin özü hocanın ana dilinin Arapça olmasında ya da olmamasında değil; işin özü eğitim öğretim tekniklerine vakıf olmasında. Tabi ki ana dili Türkçe olan hocaların da akıcı bir Arapçasının olması gerekiyor. Yani Arapçada bir ifade vardır, “eğer bir şeye sahip değilsen, veremezsin”. Dolayısıyla mutlaka öğretmende olması gereken unsur dili akıcı bir şekilde kullanmasıdır. Ama dili akıcı bir şekilde kullanmış olmak da dili iyi öğretebilir anlamına gelmiyor. Bununla ilgili ciddi bir tecrübemiz de var. Bize geçtiğimiz süre zarfında yüzlerce öğretmen geldi. Bunların arasında Türk asıllı olanlar var, Arap asıllı olanlar var. Biz bunları belirli kriterlerle değerlendirmeye kalktığımızda bu yüz öğretmen arasından belki 5 tanesiyle çalışabilecek durumda olabiliyoruz. Hem de bu gelenlerin pek çoğu kendi ülkelerinde, kendi kurumlarında öğretmenlik yapmış insanlar.
Şimdi bizim buradaki bahsettiğimiz dil eğitiminin normal bir eğitim öğretimden biraz farklı olduğu. Dil eğitimi iki türlü olabilir, yani iki çerçevede dil eğitimini değerlendirebiliriz. Birinci aşaması, yaygın olarak da Türkiye'de de uygulanan yöntemi bu, daha çok dilin kültürel tarafını aktarma ile sınırlı. Şimdi burada kültürel tarafından kastımız nedir? Dilin kültürel tarafı, dilin yapısı, kelimelerin anlamları bu yapının nasıl şekil alacağı, yani gramere dayali bir eğitim modeli. Şimdi bu tarz bir eğitim verebilirsiniz. Bu tarz verdiğiniz bir eğitim öğrenciyi belki kısa sürede tatmin edecektir. Ama uzun soluklu bir eğitim düşündüğünüzde öğrencinin buradan edineceği fayda çok sınırlı olacak. Niye? Çünkü sadece bir konu hakkında detaylı bilgi sahibi olmuş oluyor ama o konuyu özümsemiş, o konuyu kullanabilir, kendi ihtiyacı için değerlendirebilecek bir pozisyon edinemiyor. Dolayısıyla biz bu tarafıyla ilgilenmeyi öteledik. Yani dilin kültürel tarafına tabi ki ihtiyaç vardır ama öğrencinin seviyesine göre bir eğitim politikası belirlemek gerekiyor. Biz başta bunu hedefledik ve aradığımız hoca profili de aslında bu yöne ağırlık vererek şekillendirdiğimiz bir hoca profili oldu.
Şöyle ifade etmekte belki hata olmaz, siz eğer bir çocuğa bir şeyler öğretecekseniz bunu sadece şifahen aktararak, yani “namazın şartları şudur, İslam'ın şartları şudur” diye 1-2-3 diye ezberleterek de öğretebilirsiniz; bunu uygulatarak bir beceri kazandırarak da öğretebilirsiniz. Biz ikinci metodu tercih ettik eğitimlerimizde. Belki Akademi'nin eğitimdeki farkı, hoca kadrosunun eğitimdeki farkı biraz da bu oldu. Hedeflediğimiz, beceri kazandırmak oldu. Beceri kazandırmak için de tabi ki dersin bir modeli olmalı. Ve becerilerin ne olduğunu çok standart ve net bir şekilde belirlemeli ve öğrenciyi sıkmamalısınız. Örneğin 24 saatlik bir eğitimde tek bir hocadan ders alacak olursanız bu öğrenci açısından sıkıcı olacaktır. Birden fazla hoca öğrencinin dersine gireceği için biz hocaları belli kanallara, çatışmayacakları veya birbirini tekrar etmeyecekleri ayrı kanallara yönlendirmeye çalıştık. Bunu da daha çok beceriler üzerinden belirlemeye çalıştık.
Genel manada şöyle bir yaklaşım var Akademi'de. Ama önce şunu söylemem gerekiyor; temel dil yapısı değerlendirildiğinde iki türlü dil yapısı vardır, yani bütün dillerde aslında öyledir; biri konuşma dilidir, diğeri de yazı dilidir. Şimdi konuşma dilinin kendine göre özellikleri var, yazı dilinin de kendine göre özellikleri var. Bizim eğitimlerimizde bir hocamız konuşma dilini ele alırken, diğer hocamız da yazı dilini ele alır. Ama bunu bir beceri olarak, bir dili kullanma yetisi olarak ele alır. Burada şöyle düşünmek gerekir tabi, hocanın sadece verici olması yeterli değildir. Hoca tabi ki ilk etapta önce vermeli. Hoca verdikten sonra mutlaka onun dönütünü de geri almalı. Yani verdiğin miktarda bilgiyi mutlaka öğrenciden geri almalısın ki öğrencinin bundan ne kadar aldığını ve almadığını ancak böyle görebilirsin. Yani öğrencinin kısaca “ben bunu anladım” demesi bizim açımızdan ikna edici değil. Biz bunu hocalarımıza da sürekli söylüyoruz. Mutlaka siz verdiğinizi kontrol edeceksiniz, tabi ki ders bağlamı dışında. Tabi ki ders hemen aklımıza geliyor, bir ders “alma becerileri” üzerine yoğunlaşırken diğer ders de “üretme becerileri” üzerine yoğunlaşır. Dolayısıyla her iki dili de öğretirken bu alma süreçlerini kontrol edeceğimiz ayrı beceriler, üretme sürecini kontrol edeceğimiz belli kademeler planladık. Ve bunu ders modelleri olarak hocalara verirken farklı şekillerde vermeye çalıştık.
Tabi ki sizin dil üzerinden, dilin farklı yönlerini ele alacağınız hocalar üzerinden dili kontrol etmeniz mümkün olmuyor. Yani bir yerde sürekli beceri ile ilgilenen hocalarınız belli bir performans gösterirken bunları denetleyecek ve bunları kontrol edecek bir mekanizmanın da bulunması gerekiyor. Bu da gramer eğitimi ile mümkün. Gramer eğitimi Akademi eğitimleri arasında tamamen ötelenmiş ya da tamamen ihmal edilmiş bir yapıda değil. Yani biz gramer eğitimini önemsiyoruz ama gramer eğitimine hak ettiği değeri vermeye çalışıyoruz. Genelde yapılan şudur: Gramer eğitimi ön eğitim oluyor ve gramer eğitimi üzerinden biz dili öğretmek hedefleniyor. Bu şuna benzer, şehir hayatını hiç bilmeyen, şehirde trafiğin ne olduğuna dair hiç fikri olmayan, belki arabayı dahi ömründe bir defa görmüş bir kişiye trafik işaretlerinin anlatılmasına benzer. Oturmayacaktır. Bizim burada şuna ihtiyacımız var, önce belli bir altyapı oluşturmanız gerekiyor. Yani diyelim şu masanın şeklini, resmini çizmeniz gerekiyor. Altyapı yoksa, siz o altyapı olmadan bir şeyler vermeye çalıştığınızda o nesne havada duracaktır. Yani nesnenin diğer nesnelerle ilişkisi, resmin tamamında nerede durduğu vesaire bunlar hep muallakta kalacaktır. Bu nedenle tercüme ve gramer yöntemiyle bir şeyler vermeye çalıştığınızda aslında öğrencinin tasavvur edemeyeceği birşeyin resmini çizmeye çalışıyorsunuz. Ve bu yöntem olarak yanlış bir yöntemdir.
Aslında biz okullarımızdaki Türkçe eğitimine de baktığımızda görüyoruz ki gramerin okullardaki sırası çok gerilerdedir. İlkokulda zaten gramere dair hiçbir şey yoktur. Neredeyse daha ortaokullarda dahi gramere dair bir şey verilmez. Gramer ne zaman şekil almaya başlar, ne zaman önem kazanır, dil oturmaya başladığı zaman. Biz şunu yapamayız, önce dili tamamen öğrensin, ondan sonra gramere girilsin gibi bir modelleme doğru olmaz. Ama şunu yapma imkanımız var, eğitimi üç kademeye bölecek olursak birinci kademede daha çok beceriyi ön planda tutarız ve gramer de arkadan gelir, gramer çok fazla önem kazanmaz. Bir nevi grameri tanımlayıcı bir gramer olarak sunmak değil de daha çok işlevsel bir gramer olarak, yani belli görevleri ifa edeceği, belli görevleri yerine getireceği gramer olarak düşünebiliriz, geriden gelen bir gramer olarak tasarlayabiliriz, eğitimlerde bunu uyguluyoruz. Orta seviyeye geçtiğimizde ise, artık gramer biraz daha önem kazanacaktır.
Arapça da bir söz vardır “dilde akıcı ve dakik olma, doğru konuşmaktan daha önemlidir”. Başlangıç aşamalarında buna önem vermeniz gerekiyor. Eğer beceri kazandırmayı hedefliyorsanız, bir kere öğrenciyi fazla düşünmeye sevk etmemeniz gerekir veya düşüneceği ibareleri kendisine öğretmemeniz gerekir. Düşünmeye başladığı andan itibaren ne olur? Hızı zayıflar. Dolayısıyla yapacağı dinleme miktarı zayıflayacaktır, okuyacağı parça sayısı azalacaktır, buna paralel olarak da konuşma imkanı, yazma imkanı düşecektir. Şimdi bunun düşmesi demek aslında dilin bir çok yapısına muhatap olmayı engellemek demektir. Bunu engellemek adına, daha çok dile maruz kalmak adına, bizim tabi ki grameri biraz daha hafif vermemiz gerekiyor bu aşamada. Orta seviyeye geçtiğimizde ise artık dil yapısı biraz daha önem kazanır. Dolayısıyla gramerin kendisi de biraz daha önem kazanacaktır. Burada akıcılık, dakik olma ve doğru konuşma artık eşit düzeyde değerlendirilmelidir. Dolayısıyla temel gramer kuralları burada devreye girer. Bunu yapmadığınız zaman öğrencinin öğreneceği yeni kelimeler birbiriyle karışacağı için bu sefer düzgün ifadeler kurmada zorlanacaktır, orta seviyede. Yani burada beceriler eşitlenir, akıcılıkla dildeki doğru konuşma hali eşitlenir. Öğretmen burada öğrencinin hatasına daha fazla dikkat çeker. Başlangıçta ise müdahale çok daha sınırlıdır. İleri seviyeye geldiğimizde ise ileri seviyede, ifade edilmek istenen fikirler daha da soyutlaşacağı için, tabi fikrin derinliğine göre yanlış anlaşılma ihtimalleri biraz daha artacağından dolayı burada dili doğru kullanmak daha da önem kazanacaktır. Yani ileri seviyeye gelen bir kişinin aslında gramer ile ilgili problemlerinin olmaması gerekiyor. Diğer türlü fikirlerini ve düşüncelerini sağlıklı aktarması mümkün olmayacaktır.
Bizim eğitimdeki temel yaklaşımımız bu dengeyi kurmakta. Yani biz eğitime bir bütün olarak bakmıyoruz, tek bir model olarak bakmıyoruz. Aslında tek bir model olarak baktığımız eğitim, değişkenlikleri dikkate almadığınız bir eğitim, sağlıklı yürütülebilir bir eğitim değildir. Yani bir yerde sizin şunu bile gözlemlemeniz gerekir: Öğrencilerin zaman zaman farklı ihtiyaçları beliriyor. Bir kısım öğrenci mesela çok iyi bir gramer eğitimi alarak bize geliyor. Bu nedenle biz de farklı modeller uygulayabiliyoruz. Hiç bilmeyen bir öğrenciye uyguladığımız bir modeli, diyelim 6 ayını ya da daha kısa bir süreyi Arap ülkelerinde geçirmiş, biraz konuşabilen ya da anadili Arapça olup, ailede çat pat Arapça konuşulan Arap kökenli vatandaşlar gibi biraz böyle Arapçaya aşina, biraz kulak kabartınca anlayabilecek kapasitede olan öğrencilere uygulayamazsınız. Dolayısıyla bunların ihtiyaçlarını da giderebilmeniz gerekir. Yani bu bahsettiğim tablo aslında genel kitlelere hitap eden bir tablo ama her zaman ihtiyaçlar ön plandadır.
(Röportajın devamına ulaşmak için buraya tıklayınız.)
Mehmet Erken ve Arzu Hilal Aslanoğlu konuştu
Kaynak: Dünyabizim.com
Röportaj kaynağına ulaşmak için tıklayınız.