"Arapça öğrenilemez bir dil imajını oluşturan aslında bizleriz." Serdar Şadoğlu ile Akademi İstanbul özelinde Arapça eğitimine dair konuşmaya devam ediyoruz.
Dünyabizim.com'dan Mehmet Erken ve Arzu Hilal Aslanoğlu konuştu:
Son senelerde Akademi İstanbul ismi hem kursu ile hem de yayınları ile çok fazla rastladığımız bir “marka” oldu. Akademi İstanbul ne zaman ne şekilde kuruldu? Hangi alanlarda yoğunlaşıyor. Kardeş kuruluşları, beraber nasıl bir dünya “Akademi İstanbul” dünyası?
Şimdi kuruluşu tabi ki bundan 8 yıl önceydi. Bir üniversite eğitimi olarak ilk eğitime başladı. Daha sonra tabi ki Arapça alanına yoğunlaştı. Bundan bahsetmiştik. Akademi aslında bir çatı, bundan bahsetmekte fayda var. Bu çatının temeli, başı, Akademi İstanbul eğitim kurumları. Akademi ile beraber Akademi Lisan Derneği de bulunmakta. Akademi Lisan Derneği faaliyetleri ile biraz daha Arapça eğitimini kurum bünyesi dışında da geliştirmeye yönelik bir faaliyet içinde. Burada eğitim seminerleri olsun, bakanlıkla yapılmış olan protokoller gereği imam hatiplerde yürütülen bazı projeler olsun. Yani sadece kurum bünyesindeki mevcut eğitimlerle ilgilenilmiyor, dışardaki kurumlarda da imam hatipler, onun dışında bazı üniversiteler, bazı dernek, vakıf ya da Kur'an kursları ile de ilgileniliyor. Biz buralara kendi bünyemizde Arapça bölümünü bitirmiş öğrencileri veya mezunlara Arapça öğretim metodları yönünde eğitimler veriyoruz, sertifikalı eğitimler oluyor bunlar. Bu öğrencilerimizi hoca olarak seçildikten sonra resmi kurumlara yönlendiriyoruz.
Bunun dışında imam hatiplerde birden fazla yürütülen proje var. Mesela Arapça yarışmaları ile ilgili yürüttüğümüz projeler var. Burada yaklaşık bir milyon öğrenciyi biraz daha canlanıdaracak ya da onlara Arapça sevgisini biraz daha aşılayacak, Arapçayı daha önemli bir dil halinde sunacak yarışmalar düzenlenmekte. İmam hatip hocalarına yönelik Cuma günleri ücretsiz kurslar verilmekte. Bunlar hep dernek çatısı altında yapılmakta. Okullara belli periyodlarda modern dil kütüphanesi dağıtılmakta. Bunun dışında tabi ki yürttüğümüz yayın faaliyetlerinde imam hatipleri ya da benzeri ortaokul-lise düzeyindeki öğrencilerin Arapça öğrenim ihtiyaçlarını karşılayacakları eğitim materyalleri düşünmekteyiz. Mesela test kitapları olsun, eğitim materyalleri olsun, görsel afişler olsun, buna dair bazı faaliyetlerimiz de bulunmakta. Bunlar dernek bünyesinde yapmaya çalıştığımız faaliyetler. Dernek bünyesinde ayrıca mümkün mertebe Türkiye'deki farklı kurumlarda eğitim veren hocalarla da iletişimi ve ortak bir zemini bulmayı hedeflemekteyiz.
Müfredatın yanında ders modelinden bahsedelim isterseniz?
Şimdi Arapça öğretim metodları ya da müfredatı ile ilgili şöyle kısaca özetleyebiliriz. Arapça eğitimi üç temel metoddan oluşuyor. Birincisi temel Arapça eğitimi. Temel Arapça eğitimi dediğimiz eğitim, 720 saat ile 840 saat arasında uygulanan bir eğitim modeli. Burada tabi ki biz Arapçada orta seviyenin üstüne çıkarmayı hedefliyoruz öğrenciyi. Bunun sonrasında ileri düzey Arapça eğitimi var. Bunun da sonrasında ihtisas Arapça eğitimi var. İleri düzey ve ihtisas Arapça eğitimleri daha çok üniversite bünyesine uyguladığımız eğitimler. İleri düzey eğitimler için normalde bizim belirlediğimiz süre yine 640 saatlik bir eğitim. Bu 1 yılda verdiğimiz bir eğitim. İhtisas ise mesela tercümanlık alanında, farklı alanlara dair eğitim aldıkları bir eğitim modeli. Burada tabi ki daha fazla üniversite eğitim modeli hakim. İleri Arapça eğitimlerini kurs düzeyinde de açtık. İleri düzey kursları diğer eğitimlerden ya da temel Arapça eğitiminden ayıran temel faktör ileri düzeyde, artık tercümenin de devreye girmesi şeklinde bir yaklaşımımız mevcut. Yani biz temel Arapça eğitimlerinde -az önce gramerden bahsetmiştim, gramer eğitiminin nasıl olacağı ile ilgili- başlangıçta neredeyse gramer eğitimine değinmiyoruz, ya da değinsek bile cüzi miktarlarda değiniyoruz, orta seviyelerde önem kazanıyor. Akıcılık kadar artık gramer de önem kazanıyor. İleri düzeyde de artık dakik olma önem kazanıyor demiştik.
Tercüme açısından baktığınızda, temel Arapça düzeylerinde -temel Arapça dediğimiz başlangıç ve orta seviye oluyor- tercümeye hiç değinmiyoruz. Yani bizim buradaki savunduğumuz eğitim modeli, bir beceri kazanmayı hedefliyorsanız bunun mutlaka hedef dille yapılması yönünde. Bu en başlangıç aşamasındaki sıfır noktasından itibaren böyledir. Bunun gerçekleştirilmesinin zor olduğu düşünülebilir ya da bazı bilgilerin verilmesi konusunda, eğer iletişim dili Arapça olursa Arapçayı hiç bilmeyen kişi belli şeyleri anlatılamayacağı şeklinde bir şey düşünülebilir ama şunu dikkate alırsak bunun zor olmadığı çok net anlaşılır: Bir kere en başlangıç ya da kurslara yeni başlamış bir kişiye vereceğimiz Arapça daha çok somut şeylerle sınırlı. Somut şeyleri de sizin resmetmeniz, göstermeniz, şekillendirmeniz, onları temsil etmeniz yakınlaştırmanız beden diliyle çok mümkün, çok rahat. Şimdi yani ifade etmede, onu aktarmada, bilgi olarak sunmada herhangi bir sıkıntı yok ama sıkıntı nerede olur, eğer siz bunları daha başlangıç aşamsından itibaren Türkçe verecek olursanız ne olacaktır? Öğrenci için iki tane beslenme kanalı vardır. Biri Türkçe biri de Arapça. Türkçeyi benzetecek olursak bir otobana benzetebiliriz. Oradan siz veriyi çok hızlı aktarabilirsiniz. Aslında siz bir tefsir dersini, çok ağır bir dersi Arapça hiç bilmeyen insanlara Türkçe anlatabilirsiniz yani bunu algılamalarında herhangi bir problem olmayacaktır Türkçe anlattıktan sonra, çünkü o kadar hızlı bir iletişim ağınız var ki, bilgi ne kadar ağır olursa olsun Türkçe vermeniz halinde bunu çok rahat bir şekilde aktarmanız, iletmeniz mümkün olur. Ama burada ne olur, burada şu olur, siz tefsirin nasıl yapıldığını öğrenemezsiniz ya da dilin nasıl uygulandığını ve kendi açınızdan bunu nasıl öğrenmeniz gerektiğini öğretemezsiniz. Yapmanız gereken burada diğer yolu seçmek, o da patika yoldur. Yani şimdi Arapça eğer bir patika yol ise bu patika yolu siz aşındırmadan o yola dair ya da Arapçanın kendisine dair bir şey edinmeniz mümkün olmaz. Burada farklı malzemeler vardır, orada belki Türkçe ile hiç uyuşmayan yapılar vardır.
Burada sıkıntı şuradan kaynaklanıyor, dil öğretilirken bir kelime tarafı, bir de terkip tarafı var. Yani biz kelimeleri verirsek, terkipleri verirsek dili öğreneceğini düşünüyoruz öğrencilerin. Bunun bir de belki ses tarafı var ama ses eğitimi basit bir eğitim, kelime öğrenmeye ve terkip öğrenmeye göre. Şimdi terkip ve kelimeler verildiğinde dilin öğrenileceği düşünülür. Aslında terkip ve kelimeler verildiğinde dil öğrenilmiyor. Çünkü bu terkiplerin hangi ortamlarda nasıl kullanılırsa hangi manayı vereceklerini aslında öğretmemiz gerekiyor. Yani o terkibin hangi yapıda kullanıldığını öğretmeniz gerekir. Bu manada eğer siz cümleyi belli bir ortamda canlandırmıyorsanız, canlandırmanız gerekir. Bunu fiilen beden dilinizle göstermiyorsanız onun tam manasıyla anlaşılması mümkün değildir.
Örnek verecek olursak mesela defea fiili Arapçada itmek demektir. Şimdi defea fulanen dediğinizde “filancayı itti” manasında bunu çok rahat anlarız. Ancak bu fulanen yerine nuguden diyecek olursanız, defea nuguden dediğinizde bunun manası itti değil “ödedi” olur. Nuguden yerine gavlenderseniz, söz demek, “sözü itti” demek ne demektir? Arapçada “sözü reddetti” olur. Burada bir itme eylemi var, biz bunu anlıyoruz ama bu itme eylemi farklı nesnelerle birleştiğinde belli ortamlarda tamamen değişik manalar ifade edecektir. Bunun örneklerini artırmak mümkün. Darebe fiili mesela. Darebevurmak demektir ama darebe hatemen derseniz “yüzük yapmak” olur, darebe meselen derseniz “misal vermek” olur, darebe fil ardi derseniz “yolculuk yapmak” olur. Bunların örneklerini artırmak gerekebilir. Bir fiil birleştiği kelimelerle tamamen farklı manaları ifade edebilir.
Yani bunu aslında şöyle düşünmek lazım, bir kelime bir kap gibidir. İçerisinde bir sıvı vardır. Bu sıvı renk, tat ve kokudan oluşur. İkinci bir kelimeyi yanına koyduğunuzda onun rengi, kokusu, tadı farklı olacaktır tabi ki. Ama bunların beraber birlikte ifade ettikleri mana, ancak ikisi beraber ortak bir havuza, ortak daha büyük bir kaba döküldüğünde anlaşılır. Yani onların karışmasıyla ortaya çıkacak tat farklıdır. Dolayısıyla benim kelimenin bir manasını öğrenmiş olmamı, diğer bir kelime ile gelmesi halinde sürekli aynı manayı taşıyacak gibi düşünmemek gerekir.
Ben Türkçeden de bir örnek vereyim, böylece konuyu bitirmiş olalım. Bu dillerdeki farklılığı göstermek adına bence önemli bir örnek, mesela Türkçede çıkar kelimesi. Siz “anlam çıkar” diyecek olursanız, bunun Arapçası istenbitdir; “odadan çıkar” diyecek olursanız ehricdir; “işten çıkar” diyecek olursanız ıfsıldir; “ondan beşi çıkar” diyecek olursanız itrahdır; “dişini çıkar” diyecek olursanız ignadır… vs, böyle devam eder. Şimdi ben hangi “çıkar”dan bahsediyorum? Mesela “çıkar sağlamak” tamamen başka bir ifadedir. Aslında kullandığım kelime benim açımdan tek bir kelime gibi gözüküyor ama ifade ettiği manalara baktığımızda onun bir mantığı var ve ifade ettiği manalar birbirinden farklı oluyor. O ifade ettiği manaları nasıl kazanır? Belli ortamlarda bulunarak kazanır.
O açıdan şu çok önemlidir. Eğer dil öğrenmede beceri kazanmadan bahsediyorsak dildeki bu farklılıkları görmemiz lazım. Bunun için de yapmamız gereken şudur: Sadece ders kitabındaki metinlerle kendimizi sınırlamamamız gerekiyor. Oradaki mevcut kelimeleri daha farklı yapılarda görmemiz gerekiyor. Bizim sürekli kursiyelerimize tavsiyelerimiz, öğrencilerimize tavsiyelerimiz bu yöndedir; sürekli harici metin okuyun, sürekli harici dinlemeler yapın yani farklı kanallardan beslenin. Siz farklı kanallardan beslendikçe o kelimelere dair sağlıklı anlamlar bulacaksınız. Bir nevi şunu söylemek mümkün olacak ilerde, bir kelimeye mesela sözlükte bakıyoruz 10 tane manası olabiliyor ama o 10 mana ortak bir manada birleşiyor. Sizin onu yakalayabilmeniz için neye ihtiyacınız var? Farklı 10 mananın örneğini görmeye ihtiyacınız var. Ama nerede? Mesela bir parça bünyesinde. Parça bünyesinde kelimenin kendisi çok daha iyi şekillenir.
Bu manada biz ders modeli olarak, müfredat olarak mesela bunu şekillendirirken, herşeyden önce manaya odaklanılması gerektiğini savunuyoruz. Kelime bilgisi değil. Kelime bilgisi bir yapıdır. Siz bir yapıyı çok rahat bir şekilde tanıtabilirsiniz. Mesela Akademi İstanbul bünyesini bir bina olarak nitelendirecek olursanız 3 kattan oluşan filanca adresteki bir binayı kastedersiniz; bu binayı bir iki dakikada yansıtmanız, fotoğraflamanız mümkün olacaktır. Fakat burada mesele yapıyı tanıtmak değil, yapıyı tanıtmak kültürel tarafıdır dilin. Siz yapıyı tanıyarak dili öğrenmiyorsunuz. Ne zaman dili öğreniyorsunuz? İçerde ne olup bittiğini kavrayınca öğreniyorsunuz. Yani bunlar arasındaki ilişkilerin, diyelim idari kadro ile öğretmenler arasındaki ilişkinin boyutunu, öğrenciler ile öğretmenler arasındaki ilişkinin boyutunu kavrayınca o zaman buradaki kurumun nasıl bir yapıda olduğunu kavramanız mümkün oluyor. Bunu bizim dile de uyarlamamız gerekiyor. Dile uyarlayayabilmek için de daha çok anlama odaklanmak gerekiyor.
Bir parçayı ele alacaksak kelimelerini teker teker tercüme ederek başlamamak lazım. Genelde hep biz bunu yapıyoruz. Terkibin nasıl bir terkip olduğunu, bunun hangi gramer kuralına dayandığını dikkate almamamız gerekiyor. Yapmamız gereken nedir? Baştan sona parçayı okumak... Tabi ki kendi seviyemize uygun parçalar seçmemiz gerekiyor. Baştan sona parçayı okuduktan sonra genel fikri nedir, ana fikri nedir, olay nerde gerçekleşiyordur, ana aktörler kimdir gibi temel sorulara cevap bulmamız lazım. Ama bu zihinsel bir yanıtlama şekli olmalı. Bunu sağladıktan sonra ara fikirlere de vakıf olmak gerekir. Ara fikirlere vakıf olduktan sonra ben kelimelerin manalarına bakabilirim. Aslında ara fikirlere kısmen vakıf olan bir kişi muhtemelen sahip olduğu bazı kelimelerin, parçadaki bazı kelimelerin manalarını anlama imkanına sahip olacak.
Bir yerde şunu unutmamak gerekiyor: Sözlüğü açtığımda karşıma 10 tane mana çıkıyorsa bunlar arasında tercih yapma hakkına sahip değilim ama şöyle parçayı iki defa ya da üç defa okuduktan, ana fikri tümüyle anladıktan, bazı ara fikirleri parça parça anladıktan sonra aslında oradaki kelimenin hangi manada kullanılabileceğini anlamam daha da mümkün olacak. Yani bir yerde ben şunu da engellemiş olurum: Yanlış kodlamayı, yanlış öğrenmeyi... Bu ciddi bir sorundur. Yani öğrenci aslında kelimenin tamamını biliyor. Önüne bir parça koyuyorsunuz, o parçayı okuyor ve hiçbir şey anlamıyor. Kelimeleri anlıyor mu, anlıyor. Yapıyı tanıyor mu, tanıyor. Ama “hocam ben buna anlam vermiyorum” diyor. Nedeni nedir? Nedeni bu bahsettiğim mesele, ilişki kurmakta zorlanıyor. İlişki kurabilmesinin tek yolu okuma miktarını artırması. Eğer ben çok detaylara boğulursam ilk aşamalardan itibaren zaten fazla ilerleyemeyeceğim. Fazla okuma yapamayacağım. Fazla okuma yapamayacağım için de o bünyeyi tamamen kavrama imkanım olmayacak.
Bu manada bizim tabi ki şunu öncelememiz gerekiyor, önce manaya odaklanmak lazım, parçanın bütününü anlamaya çalışmak lazım. Parçanın bütününü anlamaya çalışınca aslında biz şunu da yapıyoruz, sahip olduğumuz birikimleri açığa çıkarıyoruz. Yani biz aslında sürekli alan pozisyonunda olmamalıyız. Sürekli alan pozisyonunda olursanız siz bilgiyi alırsınız, istiflersiniz ama hiç düzensiz bir şekilde onu bir yere yığarsınız. Ondan sonra o bilgiye bir daha ulaşmak istediğinizde ulaşamazsınız. Bizim yapmamız gereken aldığımız bilgiyi bir süre sonra düzenlememiz. Düzenlememiz için de o anlama sürecini sağlıklı bir şekilde yürütmek gerekiyor. Yani ben hemen sözlüğe bakmamalıyım. Sözlük tamam sana doğru bilgiyi verecektir belki ama ben direkt sözlüğe bakacak olursam ne olur, yani sadece ona güvenmiş olurum. Ve ikinci bir yeni bilgi almış olurum. Belki ben o bilgiyi önceden aldım. Ben önceden aynı kelime için onlarca defa sözlüğe baktım ve yine hatırlamadım, yine hatırlamadım, tekrar tekrar sözlüğe bakmaya devam ettim. Bu, sağlıklı bilgi edinmenin engelidir. Sağlıklı bilgi nedir, aldığınız bilgiyi işlemenizdir. O zaman biraz zihninizi yormanız gerekiyor. Acaba ne olabilir, acaba burada neyi kastetmiştir gibi.
Tabi ki bir de bunun üretim süreci vardır. Yani önce anlama odaklanmak gerekir demiştik. Biraz sonra yeni bilgilere odaklanmak gerekir. Yeni bilgiler dediğimiz yeni kelimeler, yeni terkipler. Daha sonra da bunu üretmek gerekir. Üretmeden kastımız da şudur, önce mevcut hikayeyi şöyle tekrar edebilecek bir konuma gelmek lazım. Burada ezberden bahsetmiyoruz. Ezber bu konuda tabi ki zararlıdır. Daha çok mevcut resmi biraz da, kendinize ait kelimeleri de katarak ifade etmeye çalışmanız. Bir benzerini, birebir aynısını değil. Bir benzerini ifade ediyor olmanız. Bunu sağladıktan sonra mesela parçanın belli öğelerinde belirli parçaları değiştirerek, daha farklı bir şekilde ikinci bir üretmeye geçmeniz gerekiyor. Biraz daha özgün oluyor ama sınırlı bir özgünlük. Sınırları hoca belirliyor. Yine parçanın bütününden kopmadan, oradaki hikaye akışından kopmadan ama farklı öğeleri değiştirerek... İşte belki müzekker müennes olacaktır, oradaki tekil şahıslar çoğul olacaktır ya da oradaki kişinin görevi başka bir görev olacaktır, bulundukları mekan değişecektir…vs, yani eğer hikayenin kendisi yolculuğu, bir yerden bir yerden gitmeyi tasvir ediyorsa. Hikayede otobüsle gidilen bir yolculuk olarak tasvir edililyorsa siz otobüs değil de uçak diyeceksiniz. O zaman gara girilmeyecek de havaalanına girilecek. Buna benzer senaryoda değişiklilkler olacak. Öğrencinin bunu başarması gerekiyor. Bunu başarmak da yeterli değil. Kendisinin bire bir yaşadığı tecrübeyi de ifade edebilecek alıştırmalara ihtiyaç vardır. Bunu yaptığınız zaman aldığınız bilgiler sağlıklı bir şekilde uygulandığı için, aldığınız bilgiler rahat hatırlanabilir olurlar. Mesela burada işin özü çok bilgi almak değil. Ben Türkçeyi kullanırsam çok bilgi aktarırım. Ama o bilglier faydasız bilgilerdir. Önemli olan Arapça patika yolu kullanarak, sağlıklı bilgiler elde etmektir. Az bilgi ama işlevsel bilgi öğretmek...
Yayınladığınız eserleri hazırlarken nasıl bir boşluğu doldurmayı hedefliyorsunuz? Zira yayınlarınıza kabaca dahi baktığımızda, spesifik bazı noktaların hedef seçildiği açıkça gözüküyor.
Yayınlarda asıl hedeflediğimiz bizim tabi ki biraz daha dilin pratik manada etkileşimler içinde uygulanması ya da uygulanmasına yardımcı olması. Dolayısıyla yayınlarımızdaki temel unsurlardan bir tanesi bir yerde kullanmaya mecbur bırakacak, dili aktif bir şekilde kullanmalarını hedefleyecek bir yayın modeli. Bu şu demek oluyor, sadece hikayeyi vermek bizim için yeterli değil, bu hikayeyi verirken de dili aktif bir şekilde kullanacağı alıştırmaların da olması gerekiyor. Ve mümkün mertebe burada Türkçeden destek almadan sağlamasını hedefliyoruz. Türkçeden başlangıç aşamasında destek alıyorsa, genelde bilgiye daha kolay ulaşma yöntemi ya da yolu olduğu için Türkçe, burada dilin uygulanırlığı ve dilin kaliteli bir şekilde öğrenilmesi geri planda kalıyor. Bunu hedefliyoruz.
Şu da bizim için önemli: Genel kitleye hitap etmek. Şimdi bazı kitaplara, yayınlara bakıyorsunuz, çok spesifik alanlara hitap ediyor. Ya da o kadar çok detay içeriyor ki oradaki detaylar aslında öğrenciyi boğan detaylar oluyor, bir şeyi öğrenmektense daha çok öğrenilemez veya üstesinden gelinemez bir hal alıyor. Türkiye'deki Arapça öğrenenlerin genel profilini düşündüğümüzde aslında Türkiye'deki öğrencilerin belki %95'i aslında başlangıç aşamalarında... Başlangıç aşamalarını da başlangıcın başı, ortası, sonu diye üçe bölebiliriz. Tüm bu üç seviyeyi düşünecek olursak ciddi manada kalabalık bir grup başlangıç aşamasında. Başlangıç aşaması eğer %95'lik bir kitleyi oluşturuyorsa sizin buluşturacağınız, hazırlayacağınız kitaplar da aslında bu kitleye yönelki olmalı.
Bizim hedefimiz biraz da şu: Arapçanın öğrenilemez bir dil olması imajının kırılması. Şimdi Arapçanın öğrenilemez bir dil imajını oluşturan aslında bizleriz. Eğer hoca kendi algısına göre ve kendi kapasitesine göre öğrencilerine hitap ederse, öğrencilerde direkt oluşacak izlenim “bu dil öğrenilemez” oluyor. Yani evet Arapça diller arasında karşılaştırıldığında (bunlar resmi raporlardır) zor diller statüsündedir, Türkçeyi orta diller statüsünde değerlendirirler, İngilizce ve benzeri bir çok Batı dilini, hatta Farsçayı basit diller ya da kolay öğrenilen diller statüsünde değerlendirirler. Arapça ise zor diller statüsünde. Bu ne demek, Arapçayı öğrenmek için sarfedilmesi gereken zaman süresi diğer dillere göre çok daha fazla olmalı demek. Örnek verecek olursak, İngilizce için 600 saat yeterliyken Arapça için ortalama 2000 saate ihtiyaç var. Şimdi kalkıp Arapçanın bu zor tarafını direkt sunacak olursanız yayınlarınızda, o zaman bunu öğrenme aşamasında olan geniş bir kitleye hitap etmemiş olursunuz, hem de öğrencilerin motivasyonunu düşürmüş olursunuz. Bu nedenle bizim yapmamız gereken daha genel kitleye hitap etme, daha genel olan şeylere odaklanma. Ne yazık ki Arap ülkelerindeki hazırlanmış modellere ve kitaplara da baktığımızda bunun çok fazla gözetilmediğini de görüyoruz. Hikayeler hazırlanmış, eğitim materyalleri hazırlanmış ama hepsi üst düzeylerde. Yani kitapların başlangıcına bakıyorsunuz, kitapların başlangıcı bizim Türkiye'deki Arapça öğrenen kitleye hitap eden bir düzeyde değil, çok ağır düzeylerde. Ya da kitaplara bakıyorsunuz, başlangıcı iyi oluyor ama çok hızlı bir şekilde tırmanış sergiliyor. Bizim hedefimiz burada dengeli bir şekilde başlangıcı baz alan ve oraya daha çok odaklanan, temel Arapça eğitiminin ilk safhasını sağlıklı öğrenebilecekleri metinler.
Bu kadar kısa sürede Arapça öğretiminde bu kadar önemli bir yer işgal etmenizi neye bağlıyorsunuz? Kurumunuz aslında çok yeni, 2009 yılında açıldı fakat bugün İstanbul’da Arapça denilince ilk akla gelen kurum durumundasınız. Bu kadar kısa sürede bu kadar önemli bir yere gelmenizi neye borçlusunuz?
Bu işin temelini oluşturan aslında buradaki ekip, kadro. Bir işin başarısı temelde o ekibin özverili davranmasıyla olur. Eğer siz bir işe tamamınızı verdiğinizde hatta belki bazı sosyal faaliyetlerinizden dahi feragat ederek bir işe tamamınızı verdiğinizde, mutlaka Allahu Teala buna başarınızı veriyor. Ben temelde bunu tabi ki özverili çalışmaya borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Ama sadece özverili olmak da yeterli değil, sadece çabalamak da yeterli değil. Burada yapılması gereken en önemli şeylerden bir tanesi belli bir esnekliği kazanmış olmanız. Yani sizi eğer sınırlandıran, düşünce yapısında, eylem yapısında sizi sınırlandıran çok fazla unsur varsa ve yeterli özgürlük alanınız yoksa, ilerlemeniz pek mümkün olmaz. Şu tabi ki önemli, iyi gözlem yapmanız gerekiyor. Çevrenizde, belki Türkiye'de özel eğitim merkezi olarak, Akademi modelinde çalışan belki 15'e yakın kurum vardır, fazla değildir. Üniversitelerde imam hatiplerden ya da belediyelere bağlı meslek edindirme kurslarından ya da halk eğitim merkezlerinden bahsetmiyorum, burada sayılar çok fazla. Ama özel eğitim kurumu olarak eğitim veren yapılar 10-15'i geçmez. Akademi İstanbul'un buradaki farkı nerede? Buradaki farkı belki Türkiye bünyesinde değil de dışardaki modellemeleri dikkate alması. Yani bizim bir yerde eğitim kurumu olarak mesela bir kurs modeli ile çıkmamamız bizim açımızdan büyük bir avantaj. Biz eğitime üniversite bünyesi olarak başladık. Üniversite bünyesi, sizin bir eğitimi en başını ve en sonunu hesaplamanızı gerektirir. Bunu yaparken de en gelişmiş modelleri dikkate almanız gerekir, yani İngilizce modelleri.
Bahsetmiştim daha önce, Arapçadaki açmış olduğumuz eğitimler, Türkiye'de o dönemde var olan eğitimler değildi. Yani Türkiye'de örnek alabileceğimiz bir model yoktu. Örnek alabileceğimiz tek model İngilizce eğitimi modeliydi. İngilizce eğitimi modelleri de dil eğitimi açısından ciddi mesafe almış eğitimler. Gelenekleri oturmuş eğitimler. Bunları dikkate almayı önemsedik ve üniversite eğitimi olarak biz bu olaya yaklaştık. Üniversite eğitimi olarak yaklaştığınızda bu eğitimin nereye varacağını ve üniversite öğrencisinin ihtiyacını ne kadar karşılayabileceğinizi görebiliyorsunuz. Ve bunun üzerine süreç içinde karşılaştığınız ekiskler varsa ve bunları da sürekli takip ederek yani geliştirmeyi eğer hedefleyecek olursanız, nihayetinde ileri aşamaya gelen bir öğrenci, belli bir ivme kazanmış, belli bir başarı yakalamış öğrenci oluyor. Tabi ki bu vesile ile sizin daha ön aşamalardaki işlerinizi planlamanız, eksikliklerinizi görmeniz daha kolay oluor. Yani bu üniversite eğtimi ile başlıyor olmamız bir avantajdı.
Bunun dışında üniversiteden mezun ettiğimiz mezunlarımızın ulaşmış olduğu kalite. Türkiye'deki eğitim kurumları ile kıyaslandığında zamanında çok farklılık gösterdiler ve biz bunların bir kısmını hoca olarak da belli kurumlara tavsiye ettik, hoca eğitimlerine katıldılar ve sertifikasyon eğitimleri oldu, sonrasında hoca kadrolarına alınmaya çalışıldı. Bunları da tabi ki eğitim kurumları görüyor. Eğitim kurumlarının bu çıktıyı görmesi, bizim kısa zamanda isim yapmamıza sebep oldu. Burada tabi ki Akademi Derneği'nin de faaliyetlerini unutmamak gerekir. Akademi Derneği'nin imam hatiplerle yürütmüş olduğu, bakanlık ve din öğretimi genel müdürlüğü ile yürütmüş olduğu çalışmaları da anmak gerekir. Bunların da tabi büyük etkisi var.
Akademi aslında belki farklı olarak şunu yaptı, meseleye sadece kursiyelerler olarak yaklaşmadı. Arapçayı merkezi aldı, Arapçanın tüm alanları ile ilgilendi. Bu ister istemez sizin ağınızın gelişmesine ve tecrübe edinebileceğiniz birden fazla olayla karşılaşmanıza neden oluyor. Bunu dikkate alırsanız ve tespitlerinizi de uygulamaya sokarsanız tabi ki olumlu sonuçlar alabiliyorsunuz.
Hocam çok teşekkürler verdiğiniz bilgiler için, bize vakit ayırdığınız için...
Ben teşekkür ederim.
(Röportajın ilk kısmına ulaşmak için buraya tıklayınız)
Mehmet Erken ve Arzu Hilal Aslanoğlu konuştu
Kaynak: Dünyabizim.com
Röportaj kaynağına ulaşmak için tıklayınız.